Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Sn. Gülsüm KAV ile yapılan özel röportajımız. Kendisi ile son zamanlarda yaşanan kadın cinayetleri , tecavüz davaları ve kadınlara iş yerinde uygulanan baskılar ile ilgili detaylı bir sohbet gerçekleştik. Avon işçilerinin direnişi , Özgecan Yasası , Yaşanan Kadın Cinayetleri , Tecavüz Davaları ve Davalardan çıkan kararlar , İyi Hal İndirimi gibi konuların ele alındığı yazımız güncel gündem üzerinden ele alınarak hazırlanmıştır.
Son zamanlarda işlenen kadın cinayetleri ve verilen cezalar ?
2016 yılının ilk 6 ayında 153 kadın cinayet ile öldürülmüş olup, cinayetlerde ateşli silah kullanım oranı önceki yıla oranla %50’luk artış göstermiştir. 2015 yılında 303 kadın kardeşimiz erkek şiddeti ile hayatını kaybetmişti.Bu yıl ilk altı aydaki duruma baktığımızda ne yazık ki benzer oranda kadın cinayeti ile karşılaşma riskimiz yüksek. Ayrıca son aylarda cinsel şiddetin ve çocuk istismarının arttığı ve merkezi caddelerden şehirlerarası otobüslere, okullardan butik kabinlerine kadar hemen her yere yayıldığını görüyoruz.
Son bir yıldır hakim olan şiddet ve çatışma ortamı doğrudan kadınlara yansıdı, kadına yönelik şiddeti de körükledi diye düşünüyorum. Böyle bir ortamda 15 Temmuz başarısız darbe girşimini yaşadık. Gerçekleşseydi en çok kadınların zarar göreceği darbeye karşı kadınlar da sokağa çıktı, mücadele etti, bu olumlu oldu. Ancak ülke tarihinde şimdiye kadar görülmemiş şiddet dozunda yaşananlar ve hala çeşitli tehlikelerin sürmesi, darbeyi bastırmak için kullanılan yöntemler(zaman zaman linç kültürü ile gerçekleşen eylemler, tecavüz çağrsı, silahlanma çağrısı gibi) ve hakların kısıtlandığı OHAL dönemi kadınlara nasıl yansıyacak bilmiyoruz, endişeliyiz. Bu ortamda olumlu sayabilceğimiz tek durum, takip ettiğimiz davalarda haksız indirimleri önlüyor olmamız. Bu sonucu da, adliye adliye emek vererek, verdiğimiz mücadele ile kazanıyoruz. Bize ulaşamayan şiddet mağdurları ile ilgili davalarda ne yazık ki indirimler devam ediyor, bu nedenle kadınlara, ailelere şiddet ile karşılaştıklarında bize ulaşmaları çağrısı yapmak isterim.
Cinsel istismar ya da cinayet sanıklarına verilen cezalar ne derece caydırıcı ?
Kadın cinayetlerinde sanıklara Türk Ceza Kanunu’nda yer alan caydırıcı olabilecek cezaların verilmesi yerine haksız tahrik indiriminin yapılması ve herhangi bir somut dayanağı olmaksızın takdiri indirim nedenlerinin uygulanması, cezaların caydırıcılığını erozyona uğratıyor. TCK 81. Madde “Kasten Öldürme” suçunun cezası müebbet hapis olarak düzenler. Suçun “tasarlayarak” veya “canavarca hisle veya eziyet çektirerek” veya “eşe, kardeşe, anneye, babaya, evlada” karşı işlenmesi halinde, verilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. 29. Madde ile “Haksız Tahrik”, 62. Maddede ise “Takdiri İndirim Nedenleri” düzenlenir.
Platformumuzun takip ettiği çok sayıda davada, hakimlerin kadının hangi hareketlerinin “haksız” olduğunu belirlerken, kadınların toplumsal rollerine ilişkin algıdan ve iktidarın kadınları konumlandırdığı pozisyondan etkilendiklerini ve sanıkların bu indirimlerden yararlandıklarını gördük. Bir kadın cinayeti işlemiş katilin mahkeme salonunda takım elbisesi ile sakince oturması bile mahkemelerin maddi bir gerekçe göstermeden, suça karşılık gelen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını yerine indirim vermelerini sağlayabildi. Türkiye’nin tüm bölgelerinde takip ettiğimiz ve müdahil olarak katıldığımız davalarda emek vererek bu haksız indirimleri önleyebilir olduk ama öldürülen yüzlerce kadın var, tüm ailelere ulaşamıyoruz, bu bakımdan tüm davalarda geçerli olacak yasal bir düzenleme lazım. Yaklaşık 5 yıl önce TBMM’ye sunduğumuz ve halen sonuç beklediğimiz, kamuoyunun “Özgecan Yasası” ismiyle bildiği ve sahiplendiği yasa teklifi de bu anlama geliyor.
TCK’nın 29. ve 62. Maddeleri’nin kapsamında belirtilen indirimlerin, kasten öldürme suçunun ““kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olarak doğrudan kadına yalnızca kadın olduğu için uygulanan ayrımcı şiddet saiki ile” işlenmesi halinde uygulanmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ek olarak indirim uygulanan diğer süreç olan Ceza İnfaz Kanununa da benzeri kısıtlayıcı öneriler(denetimli serbestlik dışında bırakılma gibi) getiriyoruz. Bütün bu kavramsallaştırmayı Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve anayasa gereği uygulamak zorunda olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’ne dayandırıyoruz. Şiddetle mücadelenin sadece ceza ile sınırlı olmayan temel adımlarını çok net ve isabetli biçimde ortaya koyan Sözleşme Maddelerinin tümünün uygulanmasını istiyoruz.
Cinsel suçlarda ise yasal olarak durum şöyle; TCK’nin 105. maddesi Cinsel Taciz suçunu, tacize uğrayan kişinin şikâyeti üzerine cezalandırır. Tacizde bulunan, aynı işyerinde çalıştığımız bir kişiyse cezası daha ağır olur. İşyerinde cinsel taciz, kadının ekonomik haklarını ve özgürlüğünü tehdit eder. Bu yüzden, kadınların çalışma imkânının ve hareket özgürlüğünün kısıtlanmaması için İş Kanunu da cinsel tacizi cezalandırır.
Fiziksel taciz ise TCK’nin 102. maddesinde Cinsel Saldırı suçu olarak, kişinin vücut dokunulmazlığını ihlal etmek olarak tanımlanır. Biz istemedikçe kimsenin bize yönelik herhangi bir cinsel davranışta bulunmaya hakkı yoktur. Bu suçun cezası, saldırıya uğrayan kişinin şikâyeti üzerine, iki yıldan yedi yıla kadar hapistir. Saldırganın cezalandırılması için saldırının cinsel ilişkiyle sonuçlanması gerekmez. Örneğin tecavüze teşebbüs ya da elle sarkıntılık, cinsel saldırı olarak kabul edilir.
Tecavüz ağır bir cinsel saldırı suçudur(TCK 102/2). Sadece erkeklik organının kadınlık organına (yani penisin vajinaya) sokulması değil, herhangi bir organın veya maddenin vücuda sokulması da tecavüzdür. Bu suç, anal ve oral tecavüzü de kapsar. Ceza Kanunu her türlü tecavüzü yedi yıldan on iki yıla kadar hapisle cezalandırır. Cinsel saldırı sırasında suçu ağırlaştıran sebepler varsa, hapis cezası artırılır.
Çocukların cinsel istismarı (TCK 103/2-3) veya reşit olmayanla cinsel ilişki (TCK 104) ile düzenlenmiştir. Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ağırlaştırıcı sebepler varlığında (aile içi olması, failin koruma ve gözetim yükümlülüğü olan biri olması, cebir/tehdit kullanılması, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması veya ölümüne neden olması durumunda) ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına kadar ceza verilebilir.
Türkiye’de cinsel şiddet davalarında da, kadın cinayeti davalarında söz konusu olan indirimler uygulanıyor, hatta çocuklarla ilgili davalarda “rızası vardı” diyerek de verilen bu indirimlerle mücadele ediyoruz. “Tecavüzün iyi hali olmaz” diyerek indirimlerin kaldırılmasını, ayrıca geçtiğimiz günlerde Almanya’da yasalaştığı gibi tecavüz tanımının genişletilerek kadının direndiğini ya da zarar gördüğünü kanıtlaması gerekmeyen, kadın beyanına dayanan düzenlemeler yapılmasını öneriyorduk. Ancak bugün bu suçlar için çözüm diye bizim önerilerimizle hiçbir ilgisi olmayan biçimde “hadım” uygulaması getiren “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” resmi gazetede yayınlandı.
İdam veya Hadım cezasını uygun buluyor musunuz? Sizce caydırıcı ya da çözüm olur mu?
Yönetmelik bu şekliyle “kişinin rızası” alınmadan, zora dayalı bir uygulama öngördüğünden dolayı anayasaya, insan haklarına ve tıp etiğine aykırıdır. Yönetmeliğin içeriğinde “tedavi” diye sunulan hadım-kastrasyon uygulaması, bu haliyle tedavi değil “ zora dayalı bir bedensel cezalandırma” olarak karşımıza çıkıyor çünkü maddelerde “tedaviyi yarım bırakan daha ağır cezalandırılacak” deniyor. Oysa bu ve benzeri tıbbi bedensel işlemler, anayasa, insan hakları evrensel etik ilkeler ve Biyotıp Sözleşmesi hükümlerine göre bireyin onayı olmadan uygulanamaz. Nitekim geçerli olduğu bazı ülkelerde de ancak suçlunun kendi rızası varsa ve gerçekten toplumu korumayı hedefleyerek (yani bu suçlardan tutuklu bireylerin serbest bırakıldıkları dönem ile sınırlı olarak) uygulanmaktadır. Bizdeki Yönetmelik maddeleri ise tıpkı son dönemde gündeme gelen “idam cezası” gibi yeni hak ihlallerine yol açacak tarzda düzenlenmiştir. Bu bakımdan adeta OHAL döneminin bir sonucu gibi de görünüyor.
Ayrıca uygulamanın nasıl yapılacağını net biçimde tarif edilmiyor. Kimler seçilecek, nasıl bir yol izlenecek? belli değil ve bu belirsizlik pek hayra alamet değildir. Amacın adaleti sağlamak, toplumu korumak ise bu topluma açıkça tarif edilmelidir, belirsiz bırakılan her durum hak ihlallerine ve intikamcı cezalara neden olabilir. Adil ve insan haklarına uygun olmayan hiçbir yaptırım da caydırıcı olamaz. Ayrıca esas sorun şudur; cinsel şiddeti sadece bir patoloji olarak ele almak, şiddetin gerçek kaynaklarını ve toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini gizlemektedir. Cinsel suç olarak kabul edilen eylemler, saf bir cinsel eylem olarak kabul edilmesi yanlıştır. Bu eylemler, bir cinsel birliktelik biçimine karşılık gelmez, kişiyi bu suça ve suçun yinelemesine iten motivasyonun sadece cinsel nitelikte değildir. Bu suçlar daha sıklıkla şiddet uygulanmasının, başkası üzerinde güç kullanımının ve iktidar sergilenmesinin yolları olarak kavramsallaştırılmalıdır. Şiddeti yaratan asıl kaynak olan cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele edilmediği sürece caydırıcı olamayacak, aksine bizi gerçek çözümden uzaklaştıracaktır. Yine belirtmek gerekir ki, bu tedavilerin doğru kullanıldığında bile etkinliği sınırlı ve sonuçları tartışmalıdır. Kimyasal kastrasyon dahil yinelemeyi önlemek üzere tüm farmakolojik, cerrahi ve psikolojik girişimlerin etkinliği gözden geçirildiğindeyse, bu uygulamaların cinsel suç yinelemesini bir ölçüde engelleyebildiği, ancak bu etkinin herkes için geçerli, mutlak bir koruyuculuk içermediği, yineleme davranışında ancak % 20’ler oranında etkili olabildiği gösterilmiştir. Özetle; bir insanlık suçu, bir başka insanlık suçuyla örtülecektir. Şiddete meyilli erkekler için diğer şiddet eğilimleri -fiziksel şiddet belki de cinayete varacak suçlar- devam edecektir.
İş hayatında kadınlara yönelik hak mağduriyetleri
Türkiye’de kadınların iş hayatındaki konumunu konuşmaya öncelikle işsizliklerinden başlamak gerekiyor. Çünkü kadın işsizliğinde Avrupa’da 1., dünyada 3. Sıradayız. İstihdam oranı 2015 TUİK verilerine göre %26,7. Yani kadınlar nüfusun yarısını oluşturuyor ama en az %70 oranında üretim alanının dışına sürülmüş durumdalar. Bunun kendisi çok büyük bir ekonomik şiddet diye düşünüyorum. Durum bu kadar vahim iken, kadın istihdam oranını daha da düşürecek politikalar, paketler sürekli gündeme geliyor. Esnek çalışma paketleri, doğum ve süt izni ile ilgili yeni düzenlemeler kadınları eve hapsetmeye ya da evden çalışmaya yani haklarından mahrum olarak çalışmaya zorluyor. Kadınlar, üretim alanına hiç çağrılmaz iken hemen her gün çok çocuk doğurmaları çağrısı yapılıyor, cumhurbaşkanı bu söylemi en son anne olmayan kadına “yarım” demeye kadar götürmüş durumda. Dolayısıyla bütün bu politika kadınları çalışma hayatından iyice uzaklaştırmaya hizmet ediyor.
Gelelim istihdama kavuşmuş olan “şanslı” kadınlara, ki pek de şanslı değiller. Kadınlar eşit işe eşit ücret almıyor, hakları için mücadele etmek, sendikal hakkını kullanıp örgütlenmek istediklerinde ise işte Avon örneğinde olduğu gibi iş hakkından da mahrum bırakılmak isteniyor. Emekçi kadınlar için koşullar böyle. Emekleri hep 2. sınıf sayılıyor, az ücret alıyorlar. Bununla da kalmıyor, her yerde karşımıza çıkan cinsel şiddet kadınların işyerlerinde yaşadıkalrı bir başka can yakan sorun. Başta cinsel taciz olmak üzere bir çok cinsiyetçi saldırı, mobbing, şiddet söz konusu olabiliyor ve bunlara ses çıkarınca işini kaybetme ya da kendisinin zor durumda kalma kaygıları ile kadınlar boyun eğmeye zorlanıyor. Fakat bütün bunlara kadınlar çok iyi bir yanıt da veriyorlar, sessiz kalmayan direnen, diğer tüm kardeşlerine cesaret kazandıran kadınlar var; Avon’da olduğu gibi, Manisa’da cinsel taciz davasında olduğu gibi. Bu mücadelelerde kazanmamız başka kadınları da cesaretlendirecek ve direnişinin önünü açacaktır.
Avon işçilerinin direnişi günümüzde bir örnek olabilir mi?
Avon’da direnen emekçi kadınlar önemli bir örnek oluşturuyor. Hem söz ettiğimiz gibi, diğer tüm emekçi kadınlara cesaret verip başka direnişlerin önünü açtığı için. Hem de Avon’un daha çok kadınlara hitap eden ve sözde kadın haklarını savunan özelliğinden kaynaklı, kapitalizmin kadınlara ne vaat ettiğini, buradaki ikiyüzlülüğü çok iyi açığa çıkarıyor. Biz de Avon’da direnen kadınlarla dayanışmak için elimizden geleni yapmak istiyoruz. Şuanda içinde bulunduğumuz OHAL şartlarında en çok da emekçi mücadelesi zarar göreceğe benziyor, daha ilk günden emekçi direnişleri yasaklanmaya başladı. Bu dönemde daha da çok dayanışmak, güçlerimizi birleştirmek gerektiğini düşünüyorum.
Sosyo ekonomik yaşamda kadına biçilen rol sizce nedir?
En genel çerçevesiyle söylersek şöyle; kadınlar özel ve kamusal alanın her ikisinde de ayrımcılığa; eşitsizliğe maruz kalıyor; erkekler ile eşit haklara sahip olmaları gerekirken –ülkeden ülkeye değişmekle birlikte-dünyanın her yerinde ezilmeye devam ediyor. Ev içinde geçerli olan –kadın çalışsa bile değişmeyen kırılması çok zor olan – cinsiyetçi işbölümü nedeniyle kadınlar neredeyse orta düzeyde bir şirket yöneticisinin yaptığı işler karmaşıklığında emek veriyor. Hem gündelik hayatın hem de nesillerin yeniden üretimini sağlayan bu emek görünmez kılınıyor, ya kadının “fıtratı” gereği zimmetli görevi gibi ele alınıyor ya da değersizleştiriliyor. Bu eşitsizlik, kadınlar, bütün zorluklarına rağmen evin dışındaki kamusal alana çıktıklarında da devam ediyor; kadınlar işsiz bırakılıyor, iş bulsalar eşit işe eşit ücret alamıyor, aynı zamanda kamusal alanın her yerinde ve işyerinde şiddete maruz kalıyorlar. Türkiye’de son hükümet döneminde kadınlara yalnızca çok çocuk doğurma görevi veren, bunun dışında varoluşlarını ve kazanılmış modern haklarını geriye almaya dönük saldırı da düşünüldüğünde, kadınların sosyo – ekonomik yaşamda kendi ayakları üzerinde duruşu; ayrı bir özne olarak varoşu, daha da zorlaştı diyebiliriz. Bununla beraber dünyada da Türkiye’de de kadınlar, haklarına daha çok sahip çıkıyor, toplumsallaşmış biçimde modern haklarını arıyor, sadece belirli bir kesim değil toplumun her kesiminden kadın toplumsal hayata karışmak istiyor, saldırılara karşı direniyor. Türkiye’de bu dönemin muhafazakar bir partinin yönetimine denk gelmesi bir paradoks olup durumu zorlaştırsa da, 15 Temmuz darbe girişimine direnenler arasında kadınların da olmasını, kadınları eve kapatma siyasetini muhafazakar kadınların da kabul etmediğini göstermesi bakımından bence çok olumlu oldu diyebilirim.
Platform olarak katıldığınız cinayet davalarından izlenimleriniz nelerdir?
Cinayet davalarında, verdiğimiz hukuki mücadele dışında çok başka boyutlar var. Öldürülen kadın kardeşlerimizden geriye kalan ailelerinin durumu, çocuklar ve o adliye binaları içinde yaşananların insani boyutu bizim için önemli oldu. Aileler çok meşru bir hak arayışı içindeler, giden geri gelmiyor ama en azından adalet duygularını tamir edecek sonucu arıyorlar. Ve bunu çoğu kez sadece kendi evlatları için, başka kadınlar öldürülmesin diye istiyorlar. Davaları bittikten sonra da, Platformla beraber tüm kadınlar için mücadeleye devam ediyorlar.
Tecavüz davalarında kişinin psikolojik durumu göz önüne alınıyor mu?
Eskiden tecavüz davalarında kanıt olarak mağdurunun psikolojik durumunun etkilendiğini belgelemesi gerekiyordu. Son CMK değişikliklerinde bu şart kaldırıldı ancak uygulamada cinsiyetçi bakış açısı devam ettiğinden, dava sürecinde ve devamında kadınların psikolojilerinin yeterince gözetilmediğini ve devletin sağlaması gereken kadınları güçlendirecek desteklerin de yetersiz olduğunu düşünüyorum. Bu destek cinsel saldırıda bulunan sanıklara intikamcı cezalar vermek değildir. Elbette bir yandan caydırıcı ceza olmalıdır, modern hukuka uygun biçimde tecavüzü ciddi bir insanlık suçu olduğunu kabul eden yaptırımlar gerek. Öte yandan şiddeti gerçekleşmeden önce önleyebilmemiz için, kadınların “hak ettiklerini” düşündürtecek biçimde bir siyaset izlenmekten derhal vazgeçilmelidir. Kadınları hedef gösteren-erkekleri aklayan bakış açısından geri durup, erkek şiddetini açıkça kınayan, kadınlardan ve eşitlikten yana net taraf olan bir siyaset izlendiğinde, eminin ki durum hızla düzelecektir.
ÖZEL HABER ****
Haberin her hakkı Yalova Güncel Haber Digital Medya Ajansı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna ait olup izinsiz kopyalanamaz çoğaltılamaz farklı amaçlarda kullanılamaz.
Yazar : Gülsüm KAV – Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi