Bugün günlerden cumartesi Kasım 10 soğuk rüzgarlar esiyor yüreğimde… Özlenilen Mavi gözlü bir adama ölmeyen ölümsüz olan yüce Türk’e hasret duyuyorum. Her doğan Türk’ün Atası Atatürk’ten bahsediyorum. Kızdığı zaman gökle yerin yer değiştirdiğini sandığın çatık kaşlarını anımsarım. Gülmesi kahkahalı olmayan hafifçe dudaklarıyla tebessüm eden Atam. Büyük insan. Büyük Türk. Okulda öğrendiğimiz 1881 de doğdu Selanik’te büyüdü diye başlayıp 1938’de kaybettik diye biten tarihten bahsetmeyeceğim. Size Mustafa Kemal Atatürk’ten alıntılarla anlatacağım.
ELİF, LAM, MİM NE OLACAK?
Atatürk, Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü. Büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak Atatürk’e sordu:
—“Kuran’ın Türkçeye çevirisini emretmişsiniz.”
—“Evet.”
—“Peki, o zaman elif, lam, mim ne olacak?” Atatürk hayretle Karabekir’in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi:
—“Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak” dedi. Hamdullah Suphi TANRIÖVER / Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 13.08.1966 17 MART 1923
TARSUS Mustafa Kemal İstasyon’dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O’nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı. Millî Mücadele’deki çete giysili bir kadın, Atatürk’ün yolunu keserek ayağına kapandı.
Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:
—“Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!” Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar. Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:
—“Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.” Taha TOROS Kaynak: Taha Toros – Atatürk’ün Adana Seyahatleri, 1981
Muallimler Ankara’da bir toplantı yapmışlar, bu içtimaya iki-üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı. Muallim hanımların içtimaya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi’ye şikayete giderler. Gazi kızarak: ”Kimmiş muallimler cemiyet reisi? Çağırın onu! ‘der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır: ”Siz Muallimler içtimada ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?” Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi’den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi’nin sesi hep aynı tonda devam eder: ”Olur, şey değil, olur şey değil! Mazhar müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışır: ”Efendim vallahi…” ”Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?” Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:
Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk’ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım: ”Emrederseniz derhal keselim Paşam.” Bir an yüzüme baktı, sonra: ”Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !” Doğaya saygı duyan değer veren atamız Yürüyen Köşk’ü de bir ağacın dalı kesilmesin diye yürütmemiş midir? Atatürk’ü anlamak gerekir düşünceleriyle eğitmenliğiyle devlet yönetimiyle halka davranışıyla büyük Türk Atatürk demektir. Bir Atatürk daha gelmez bu dünyaya saygıyla sevgiyle minnetle anıyoruz.
Haber : Ebru KAPLAN